Türk Boğazları’nın Tarihsel Süreci ve Boğazlardan Geçiş Rejimleri
İstanbul’un fethi sonrasında Türk Boğazlarında uygulanan geçiş rejimlerini 3 dönem halinde inceleyebiliriz. Bunlar: Tek Taraflı Uygulamalar Devresi, İkili Antlaşmalar Devresi, 1841’den günümüze kadar ise Çok Taraflı Antlaşmalar Devresidir.
Tek Taraflı Uygulamalar Devresi
İstanbul’un fethi sonrasında İstanbul Boğazı tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve 1484 yılındaki fetihler sonrası Karadeniz adeta bir iç deniz durumuna gelmiştir. Böylelikle, Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerinde uzun bir süre tek taraflı uygulaması söz konusu olmuştur. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar Karadeniz ve Boğazlar, barış zamanında diğer devletlerin gemilerine –özellikle de savaş gemilerine- kapalı tutulmuş, bu uygulama Osmanlı İmparatorluğu’nun “Eski Kuralı” yani Kaide-i Kadime deyimiyle anılmıştır[1]. Osmanlı İmparatorluğu’nun Boğazlar üzerindeki mutlak tasarrufu ise devletin güç kaybetmesiyle birlikte kademeli bir şekilde değişmiştir.
Osmanlı Devletinin Genişlemesi (1300–1699)
(Kaynak: https://www.britannica.com/place/Ottoman-Empire)
Bununla birlikte, Osmanlı Devleti bazı devletlerle yaptığı ikili antlaşmalarla bu devletlere kendi karasularında ticaret yapma hakkı tanımıştır. Bunun temel nedeni, Avrupa’da Osmanlı Devleti’ne karşı oluşturulan haçlı birliğine karşı bu ülkelerin desteğini alarak Avrupa Hıristiyan birliğini parçalamaktır. Verilen bu imtiyazlar Karadeniz’in Osmanlı Devleti’nin tam kontrolünde olması sebebiyle otoritesini olumsuz etkilememiş ve Karadeniz’in Kapalılığı İlkesine gölge düşürmemiştir.
İkili Antlaşmalar Devresi
Bu dönem Osmanlı Devleti’nin zayıflayıp büyük devletlerin çeşitli imtiyazlar elde etmek ve Avrupa’da üstünlük kurabilmek için Boğazların ve dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin hedef kabul edilmesi ile devam etmiştir. Osmanlı devletinin aldığı yenilgilerden sonra 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma neticesinde;
- Çarlık Rusya Karadeniz kıyılarına ulaşmış; dolayısıyla Karadeniz Osmanlı Devleti’nin bir iç denizi olma özelliğini kaybetmiş,
- Rus ticaret gemilerinin Boğazlardan serbestçe geçmeleri garanti altına alınmıştır.[2]
Rus savaş gemilerinin Karadeniz’den Akdeniz’e çıkmasını Osmanlı devleti kesin olarak reddetse de I.Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgali üzerine Osmanlı Devleti, Rusya’dan yardım istemek zorunda kalmış ve imzalanan İstanbul Antlaşması neticesinde;
- Tarihte ilk defa olarak Rus harp gemilerinin Boğazlardan geçerek Akdeniz’e açılmaları resmen kabul edilmiş,
- Boğazlar, Osmanlı devleti ile Rusya’nın ortak taahhüdü altına girmiştir.[3]
Sonuçta, Karadeniz ve Boğazlar devletlerarası rekabetin konusu haline getirilmiştir. Yaşanan siyasi olaylar neticesinde, Osmanlı Devleti, sadece Ruslara Karadeniz’de üstün bir durum tesis etmek fırsatını vermektense, diğer devletlere de geçiş hakkı tanıyarak devletler arasında bir denge politikası uygulamayı daha uygun bulmuş, bu kapsamda İngiltere ile Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Antlaşması’nı imzalamıştır. Antlaşmaya göre Osmanlı Devleti, barış zamanında Boğazları hiçbir yabancı devletin savaş gemisine açmamayı taahhüt etmiştir. Bu tarihten sonra “Boğazlar Meselesi” uluslararası bir nitelik kazanmıştır.
İngiliz, Rus ve Fransız ortak donanmasının Navarin’de Osmanlı donanmasını yakması ve daha sonraki dönemde Rusya’nın Edirne’yi ele geçirmesi neticesinde imzalanan Edirne Antlaşması ile Rusya’nın ticaret gemilerinin yanı sıra, Boğazlar barış zamanında tüm yabancı devletlerin ticaret gemilerine de açık hale getirilmiştir.[4] Mısır valisi Mehmet Ali Paşa isyanı neticesinde Rusya’nın destek ve yardımını sağlamak amacıyla, 1833 yılında imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın gizli maddelerinde, Rusya’nın muhtemel bir savaşta Osmanlı Devleti’ne yapacağı yardıma karşılık, Osmanlı Devleti’nin Boğazları diğer bütün yabancı devletlerin savaş gemilerine kapatması esası kabul edilerek Rusya’nın yıllardır arzuladığı durum gerçekleşmiştir.[5]
Çok Taraflı Antlaşmalar Devresi:
Bu durum karşısında beş büyük devlet (İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya, Avusturya) ile Osmanlı devleti arasında 1841 yılında Londra Boğazlar Sözleşmesi akdedilmesiyle çok taraflı antlaşmalar devri başlamıştır.
1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi kapsamında;
- Barış zamanında Boğazları bütün devletlerin savaş gemilerine kapatılması,
- Savaş zamanında ise hafif savaş gemilerine özel fermanlarla Boğazlardan geçiş hakkı verebilmesi kararlaştırılarak Rusya’nın “Hünkâr İskelesi Antlaşması”yla Boğazlar üzerinde sahip olduğu tekel ortadan kaldırılmıştır.
Bu sözleşmeyle dönemin güçlü Avrupa devletleri, deyim yerindeyse emellerine kavuşmuşlar ve Boğazlardan geçiş rejimini çok taraflı bir antlaşmayla teminat altına almışlardır.
Daha sonra akdedilen 1856 tarihli Paris Antlaşması’nda, Karadeniz’in tarafsızlığından bahsedilirken, Boğazların “katiyen ve daimi olarak memnu ve mesdud” yani kapalılığı esası kabul edilmiştir.[6] Rusya, 1870’de tek taraflı olarak Paris Antlaşmasının ilgili hükümlerini tanımadığını ilan etmiş, bunun üzerine Londra’da yeniden bir konferans toplanmış ve Karadeniz Hakkında Londra Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti ve Rusya’nın Karadeniz’de donanma bulundurma ve tersane kurma hakları yeniden kabul edilmiştir. Rusya bu antlaşmayla sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirmek için inisiyatifi ele geçirirken, Osmanlı Devleti ise kısa bir süreliğine kendi kıyı toprakları üzerinde kısmi egemenlik hakkına yeniden kavuşmuştur.
Rusya, batılı ülkeler tarafından “hasta adam” olarak tabir edilen Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’deki hâkimiyetine son vererek Karadeniz’i bir Rus iç denizi haline getirmek için “93 Harbi” olarak da bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’nı başlatmış, Osmanlının ağır mağlubiyeti sonucunda yapılan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile;
- Boğazlar konusunda 1841 “Londra Antlaşması”nın hükümleri tekrar teyit edilirken,
- Antlaşmaya Boğazların barışta ve savaşta Rus limanlarına gelecek ya da Rus limanlarından gidecek tarafsız ticaret gemilerine açık bulundurulacağı hükmü de eklenmiştir.
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşında Boğazları kendi rızası dışındaki bütün yabancı harp ve ticaret gemilerine kapatmıştır. Fakat yenilginin sonucunda imzalanmak zorunda kalınan Mondros Mütarekesi’yle Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın her iki kıyısında yer alan istihkâmların müttefik devletlerce işgalini kabul etmek zorunda kalmıştır.
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması’yla Boğazların savaş ve barış zamanlarında bütün yabancı devletlerin savaş ve ticaret gemilerine, sivil ve askeri uçaklarına açık olması ilkesi doğrultusunda yeni bir Boğazlar rejimini öngören bir döneme girilmiştir. Görülmektedir ki, Osmanlı Devletinin kaderi, denizlere ve Türk Boğazlarına hâkimiyeti ile paralellik göstermiş; devletin gelişmesi ile tam hâkimiyet dönemine girilmiş, devletin güç kaybetmesiyle de Boğazlar üzerinde hâkimiyet giderek azalmıştır.
24 Temmuz 1923 tarihinde, yeni ve dinamik Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı Lozan Barış Antlaşması’nın Boğazlardan geçiş rejimine ilişkin temel prensibini içeren 23. maddesine göre;
- Çanakkale Boğazı’nda, Marmara Denizi’nde ve İstanbul Boğazı’nda, barışta ve savaşta, denizden ve havadan geçiş ve ulaşım serbestliği ilkesi kabul edilmiş,
- Diğer taraftan, Boğazlar Milletler Cemiyeti’nin koruması altına alınırken, Boğazlara ilişkin düzenlemeler bir uluslararası komisyona bırakılmıştır.[7]
Çok Taraflı Antlaşmalar Devresi
Boğazlar üzerindeki egemenliği kısıtlayan bu durum Avrupa’da gelişen yeni siyasi ortamdan istifadeyle, Atatürk’ün büyük gayretleri neticesinde 22 Haziran 1936 tarihinde İsviçre’nin Montrö şehrinde uluslararası bir konferans toplanmasına karar verilmiştir. Çalışmaların sonucunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla, yukarıda tarihsel olarak statü değişikliklerini ve stratejik önemini incelediğimiz Türk Boğazları için günümüzde geçerliliğini koruyan ve 81 yıldır başarılı bir şekilde uygulanan Boğazlar Rejimi belirlenmiştir.
Editör Notu: Yazının birinci bölümü olan “Türk Boğazlarının Önemi” için tıklayınız.
Kaynaklar
[1] Yüksel İnan, Türk Boğazlarının Siyasal ve Hukuksal Rejimi, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ankara, 1986, s. 7
[2] Rıfat Uçarol, “Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan 1839’a kadar Osmanlı İmparatorluğu”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C.XI, İstanbul 1989, s.181.
[3] A.g.e.
[4] A.g.e.,381
[5] Kemal Beydilli, “Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi, C.I,İstanbul,1999, s.188
[6] İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.IV, İstanbul 1972, s.58.
[7] Ali Naci Karacan, Lozan, Türkiye İş Bankası Yayınları, Birinci Baskı, Ağustos 2009, s. 54.